10–12 Ekim 2025 tarihleri arasında SEPI İstanbul Kongresi‘nde konuşmacı ve panel moderatörü olarak yer alacak Uzm. Psikolog Merve Aral, “Nöroplastisite ve Psikoterapinin Nörobiyolojik Temelleri” başlıklı sunumuyla sahne alacaktır.
Sunumda, psikoterapinin yalnızca ruhsal belirtileri azaltan bir süreç olmadığı; nöroplastisitearacılığıyla beynin yapısında ve işleyişinde kalıcı değişimler yaratan derin bir dönüşüm süreci olduğu bilimsel temelleriyle ele alınacaktır. Gelişen nörogörüntüleme teknikleri, terapötik ilişkinin sinaptik yeniden yapılanma, duygusal düzenleme ve sosyal beyin ağlarının entegrasyonu üzerindeki etkisini giderek daha görünür kılmaktadır.
Aşağıda, sunumun bilimsel içeriğini oluşturan özet metni bulabilirsiniz:
Özet
Gelişen nörogörüntüleme teknikleri, psikoterapinin beyinde yalnızca semptomları azaltan bir süreç olmadığını; aynı zamanda nöroplastisite aracılığıyla kalıcı yapısal ve işlevsel değişimler yarattığını ortaya koymaktadır. Psikoterapi, sinaptik yeniden yapılanma, duygusal düzenleme ve sosyal beyin ağlarının entegrasyonu üzerinden etkisini gösterir.
Eric Kandel’in (1998) öğrenmenin sinaptik düzeyde kalıcı değişiklikler yarattığını ileri sürmesi, psikoterapinin nöral düzeyde bir öğrenme süreci olarak kavramsallaştırılmasına temel oluşturmuştur. Allan Schore (2003, 2012), sağ beynin duygusal düzenleme, bağlanma ve sözel olmayan iletişimde kritik rolünü vurgulayarak, terapötik ilişkinin sağ beyin temelli rezonans yoluyla yeniden kurulduğunu öne sürmüştür. Louis Cozolino (2010, 2017) ise psikoterapiyi sosyal beynin entegrasyonu çerçevesinde değerlendirerek orbitofrontal korteks ve limbik sistemin terapötik süreçteki merkezi işlevine dikkat çekmiştir.
Araştırmalar, teknik müdahalelerden bağımsız olarak terapötik ittifakın, terapistin empatik duruşunun ve düzenleyici rolünün tedavi başarısında belirleyici olduğunu göstermektedir (Wampold, 2015). Psikoterapi, danışanın duygusal regülasyonunu yeniden organize ederek, sinaptik bağlantıları güçlendirir ve yeni nöral ağların kurulmasına katkı sağlar.
Sonuç olarak psikoterapi, disiplinler arası bir perspektifle ele alınmalıdır: nörobiyoloji, psikoloji ve klinik uygulama birbirini tamamlayan unsurlardır. Gelecekte gelişecek nörogörüntüleme teknikleri, terapötik süreçlerin beyindeki nörobiyolojik karşılıklarını daha net biçimde ortaya koyarak hem bilimsel hem de klinik açıdan daha kanıta dayalı müdahalelerin geliştirilmesine katkı sağlayacaktır.
NÖROPLASTİSİTE VE PSİKOTERAPİNİN NÖROBİYOLOJİK TEMELLERİ
Gelişen nörogörüntüleme teknikleri sayesinde psikoterapi sürecinde beyinde meydana gelen yapısal ve işlevsel değişiklikler doğrudan izlenebilir hale gelmiştir. Psikoterapi yalnızca semptomları azaltmakla kalmaz; beynin nöroplastisite kapasitesi aracılığıyla kalıcı sinaptik değişimler yaratır. Bu süreç özellikle terapötik ilişkinin kalitesine ve sağ beyin temelli duygusal etkileşimlere bağlı olarak ilerlemektedir.
Eric Kandel ve Nöroplastisite
Eric Kandel, öğrenmenin nöral düzeyde sinaptik yapıları değiştirdiğini ve bu değişimin uzun vadeli terapötik etkilerin biyolojik temelini oluşturduğunu ileri sürmüştür. Terapide kazanılan içgörülerin beyinde kalıcı değişim yaratabilmesi, protein sentezi gerektiren sinaptik değişimlerle ilişkilidir (Kandel, 1998). Bu nedenle psikoterapi, nöral düzeyde bir öğrenme süreci olarak değerlendirilmelidir.
Allan Schore ve Sağ Beyin Perspektifi
Schore’un çalışmalarına göre sağ beyin; duygusal düzenleme, bağlanma ve sözel olmayan iletişimde önemli bir rol oynar. Bebeklik döneminde anne ile kurulan sağ beyinden sağ beyine rezonans, terapi sürecinde terapist ile danışan arasında yeniden kurulabilir. Terapist, danışanın sağ beyin aktivasyonlarını aynalayarak duygusal regülasyon sağlar.
Louis Cozolino ve Sosyal Beyin
Louis Cozolino, psikoterapiyi sosyal beyin ağlarının entegrasyonu üzerinden tanımlar. Özellikle orbitofrontal korteks (OFC) ve limbik sistem terapötik süreçte aktiftir. Danışan, terapist ile kurduğu güvenli ilişki içinde hem kendilik algısını hem de başkalarıyla olan ilişkisel kalıplarını yeniden organize edebilir (Cozolino, 2010).
Ortak Faktörler ve Terapistin Düzenleyici Rolü
Psikoterapi süreci yalnızca teknik müdahalelerden ibaret değildir. Terapistin kişiliği, yaklaşımı ve kurduğu ilişki; terapi sürecinin merkezindedir. Terapist, sadece bir bilgi sağlayıcı değil, danışanın sinir sistemini yatıştıran ve yeniden organize eden bir “düzenleyici diğer”dir.
Tüm etkili psikoterapi yaklaşımlarında ortak bazı iyileştirici unsurlar vardır:
• Güçlü terapötik ittifak
• Terapistin empatik duruşu
• Umut ve değişim beklentisi yaratmak
• Yorumlama ve yeniden çerçeveleme becerisi
• Duygusal regülasyonun birlikte sağlanması
Terapi Odasındaki İlişkinin Nörobiyolojisi
Terapistin sağ beyin temelli empatik duruşu, danışanın limbik sistemine doğrudan etki eder. Schore (2012), bu senkronizasyonun terapötik bağ kurmada kritik olduğunu belirtir. Terapistin yüz ifadesi, ses tonu ve bedensel duruşu, danışanda sağ beyinden sağ beyine iletişim yoluyla düzenleyici etki yaratır. Freud’un aktarım ve karşıt aktarım kavramları bu sürecin kuramsal temellerindendir. Terapist, danışanın geçmiş ilişki örüntülerini yeniden sahnelemesine izin verirken bu örüntülere sağlıklı yanıtlar vererek yeni bağlantılar kurulmasına katkı sağlar (Kandel, 2006).


